Geçenlerde bu köşede Soma faciası nedeni ile Azerbaycan konusunda “Acımızı yüreğinde paylaşanlar” başlıklı bir yazı yazmıştık. Bu yazımızda kardeş ülkenin her köşesinden yükselen sesle Soma faciasına duyulan acılarımız samimi olarak bu ülke tarafından paylaşılmıştır. Hatta Türkiye’deki etkinlikleri ile çok iyi tanınan Milletvekili Ganire Paşayeva bir maaşını Soma için bağışlamış, diğer milletvekilleri de Paşayeva’yı takip etmişlerdi.
Yazımızdan sonra Azerbaycan Milletvekili Ganire Paşayeva bize bir mesaj gönderdi. Mesajda “Bu bizim ortak acımızdır. Bu acıyı paylaşmak kadar doğal bir şey olamaz. Eğer aynı facia Azerbaycan’da meydana gelmiş olsa, Türk halkının da aynısını yapacağından endişemiz olmazdı. “diyor. Paşayeva, Soma’da yaraların sarılmasında Azerbaycan Devlet Başkanı başta olmak üzere, herkesin üzerine düşeni severek, koşarak yapacağını da vurguluyor. Biz, kendisine bu duyarlılığından dolayı tekrar teşekkür ediyoruz.
Burada önemli olan Azerbaycan’ın duyarlılığı, samimiyeti ve Türklük konusunda tek yürek haline gelebilmeleridir. Soma faciasında bu kardeşlerimiz bunu bir kez daha ortaya koymuşlardır. Acımızı acıları bilmişler, akıttığımız gözyaşlarına ortak olmuşlardır. Daha da açıkçası bizimle kader birliğinde var oldukları gerçeğini sergilemişlerdir. Şimdi biz de kalkıp “Azerbaycan bizim canımız” dersek yanılmış mı oluruz?
Prof.Dr. Cemaletten Taşkıran Hoca da konu ile ilgili geçenlerde güzel bir yazı yazdı. “”Azerbaycan Türklerinin samimiyeti” başlıklı yazıda Taşkıran, bizim de üzerinde durduğumuz ve önemsediğimiz Azerbaycanlıların samimiyetini dile getirdi. Azerbaycanlıların samimiyetini dile getirirken de “Buna yürekten inanıyoruz, çünkü bizim kökümüz bir, çünkü bizim dilimiz bir. Çünkü bizim ülkümüz bir. Şimdi de acımız bir “diyor. Sonra da ekliyor: “Buna yürekten inanıyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki yürek ağlamazsa göz de ağlamaz. Ama gördük, görüyoruz. Azerbaycan yürekten ağlıyor.”
Görüşlerine ve yazılarına her zaman saygı duyduğumuz, kendisini örnek aldığımız değerli hocamız Prof. Dr. Cemalettin Taşkıran’ın bu yazısından bazı alıntıları sizlerle paylaşmak istedik:
“Son yaşanan bu 2 olay, bana 1. dünya savaşında Azerbaycan Türklerinin Rusların esir aldığı ve Bakü’nün karşısındaki Nargin adasında tutulan binlerce esrimize yardımlarını hatırlattı.
Azerbaycan'a getirilen ve özellikle Hazar’da Nargin Adası'nda tutulan Türk esirlerinin durumu ve bunlara Azerbaycan Türklerinin yapmış olduğu yardımlar maalesef Türkiye’de çok az biliniyor. Türk Dünyası'nda çok önemli bir dayanışma örneği olan Azerbaycan Türklerinin kardeş Türk esirlerine yaptıkları yardımların bilinmesi kardeşliğimizin pekişmesine katkı sağlar.
1915 yılının başlarından itibaren Nargin adasına getirilen esirlerimizle Azerbaycan Türkleri çok yakından ilgilenmişlerdir. Azerbaycan gazeteleri Nargin adasına getirilen Türk esirlerinin sayısı ve durumları hakkında sık sık bilgi vermiş ve Azerbaycan Türk halkı da Nargin adasındaki esirlerin durumuyla hep ilgilenmiş, ellerinden geldiğince maddi ve manevi yardımda bulunmaya çaba göstermişlerdir.
Burada mutlaka büyük hamiyetperver Zeynel Abidin Tagiyev ve Ayşe Hanım’ı anmalıyız. Bunlar esirlerimizin durumlarının iyileşmesi için büyük emek, çaba, mesai ve para harcamışlar, büyük sıkıntılar çekmişlerdir.
Ayrıca açlık, susuzluk ve hastalık yüzünden çok perişan durumda olan esirlerimize yardım faaliyetlerinde önemli rol alanlardan biri de Bakü Müslüman Cemiyet-i Hayriyesi’dir.
Üstelik sadece Cemiyet-i Hayriye değil, Azerbaycan’lı Türk öğrenciler de "Gence Gençlik Teşkilatı" adıyla kurmuş oldukları teşkilat ile esirlerin nakledilişleri esnasında Gence İstasyonu'ndan geçen trenlerdeki Türk esirlere yardımcı olabilmek için cesurca ve fedakarca çalışmalar yapmışlardır.
O dönemde Nargin adasındaki Türkleri ziyarete giden dönemin lideri Dr. Neriman Nerimanov bir heyetle “ölüm adası, yılanlı ada” denilen Nargin’e gitmiş ve Açık Söz gazetesinin 7 Aralık 1917 günkü nüshasında yayınladığı raporunda, gördüklerini şöyle yazmıştır:
“ Burası bir cezire (ada) değil, makber (mezar)dir.
Öyle bir makberdir ki 1000 kadar adem kenarında oturup, növbesini(sırasını) bekliyor.” Bu yılanlar yuvasında yaşamağa değil, ölmeye mahkûm olan zavallılar, susuzluktan göğermiş, kurumuş dillerini ağızlarından çıkarıp dudaklarını kemiriyor, “su, su” diye ah vah ediyorlar… Keşke o Cezire’ye gitmeseydim…Keşke o kardeşlerimizi öyle görmeseydim…”
Azerbaycan’lı Nerimanov ile Atatürk’ün hiç unutulmayacak bir anekdotu ile yazımızı bitirelim. Atilla İlhan 21.06.2004’de Cumhuriyet’de yazmıştı. Daha doğrusu Şamil Kurbanov’un, “Neriman Nerimanov - Ömrünün Son İlleri” adlı kitabından aktarmıştı:
“…Azerbaycan 'ın Bolşevik lideri Neriman Nerimanov'un, Türklere ve Ankara Hükümeti 'ne beslediği hayırhah duygular, münhasıran soyut mu kalıyordu? Yo hayır, bunu anlamak için sadece şu basit ama önemli olayı öğrenmek yeter; Azeri Türkçesinin tadı bozulmasın diye, Şamil Qurbanov 'dan aynen aktarıyorum:
-...Türkiye'nin sefiri Memduh Şövket Bey, 1921nci il, Mart’ın 17’ sinde Mustafa Kemal Paşa'nın mektubunu Nerimanov'a çatdırdı: Türkiye Hökümeti, Nerimanov'dan borç pul (para) isteyirdi. Nerimanov derhal bir milyon ruble deyerinde para gönderdi. Özü de yazdırdı: “Paşam, Eşk olsun bele dostluğa ve gardaşlığa! GARDAŞ GARDAŞA BORÇ VERMEZ, EL TUTAR !''
Görüyorsunuz ha 1915, ha 2014-2015… Arada 100 yıl var ama, yürek yine aynı yürek.
necdetbuluz@gmail.com